2. Dünyanın en fakir kaynaklarına sahip ülkelerinden bir tanesi olan Japonya II.Dünya savaşı gibi yıkıcı bir savaştan sonra nasıl kendisini toplamıştır? Kullandığı yöntemler nelerdir? Sizce ülkenizde de bu yöntemler uygulanabilir mi? Bu yöntemleri uygulayarak kişisel gelişiminizi nasıl düzenleyebilirsiniz?

Comments (32)

On 10 Aralık 2009 06:54 , Yasin ARSLAN dedi ki...

JAPON MUCİZESİ
Japonya II. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra sanayi üretim hacmini ve genel anlamda ulaşım, iletişim, enerji üretim ve dağıtım sistemleri gibi sanayi üretimi için hayati değer taşıyan altyapı ağının neredeyse tamamını kaybetmiş ancak savaş sonrası sıradışı bir şekilde toplanarak “Japon Mucizesi” olarak nitelendirilen kalkınma sürecine girmiş ve bunların sonucu olarak da günümüzde en gelişmiş ülkeler kategorisinde üst sıralarda kendine yer edinmiştir. Japonya’nın kısa sürede beklenmedik derecede iyi hale gelmesinde olumlu nitelikte bir çok iç ve dış faktör rol oynamaktadır. Bu faktörlerin stratejik plan ve politikalarla desteklenmesi Japonya’yı en güçlüler konumuna getiren sebepler arasında gösterilebilir. II. Dünya Savaşı sebebiyle 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yıllar süren tahribi, Japon Ekonomisini bitme noktasına getirirken; aradan 5 yıl sonra Kore Savaşı’nın patlak vermesi ve Japonya’nın ABD için stratejik önem taşıyan bir konumda olması sebebiyle Japonya, ABD’den bir çok destek almış ve bu durum Japon Mucizesi’ndeki dış sebepler arasında en çok etkili olan sebep olarak tarihteki yerini almıştır. Bahsedilen mucizenin iç sebeplerine bakmadan önce Japonya’nın söz konusu dönemdeki ekonomik durumunun en çok etkileyen unsuru incelememiz gerekecektir.

 
On 10 Aralık 2009 06:55 , Yasin ARSLAN dedi ki...

1950’li yıllarda sanayi üretimi ülkeler için en önemli ekonomik gelişim unsuru olarak gösterilmekteydi. Bu bakımdan bulunulan dönemdeki üretim faktörleri incelenirse ilk olarak savaş halindeki bir ülkede ihtiyaçların normal zamana göre sıra dışı farklılık göstermesi sebebiyle risk üstlenilmesi güç seviyelere varacak ve girişim faktörü çok zor yerine getirilebilecektir. Sermaye faktörü ise ekonominin dibi gördüğü bir zamanda ancak dıştan gelecek bir takım yardımlar ile sağlanabilecektir. Bulunulan coğrafyada atom bombalarının uzun dönemli etkileri sebebiyle doğa faktörü üretim için hammadde sağlama noktasında neredeyse sıfır noktasına varmış bir halde bulunacaktır. Teknoloji bakımından Japonların savaş sebebiyle büyük hasarlar görmüş olması da söz konusu dönemde muhtemel bir durumdur. Günümüzde gelişmiş ülkeler tarafından en önemli üretim faktörlerinden biri olarak gösterilen emek faktörü Japonlar tarafından içinde bulundukları savaş şartlarından mucizevi duruma varmalarında etkin bir şekilde kullanılmış ve üretimde verimlilik zamanla sağlanarak günümüzdeki yüksek gelişmişlik seviyelerine ulaşılmıştır. Bu seviyelerin yakalanmasında en başından beri benimsenen Kaizen felsefesi etkili olmuştur. Kazien kelime olarak olumlu yönde değiştirme ya da iyileştirme anlamına gelmektedir. Japonya’da çıkan bu düşünce özellikle sonuç yerine süreci daha önemli kılması sebebiyle savaştan yeni çıkan bir halk için benimsenmesi daha kolay olan bir düşüncedir. Çünkü zor şartlar altındaki insanlar makyavellenist ya da pragmatist bir düşünce tarzıyla yönlendirilirse alınması çok daha muhtemel olan kötü sonuçların etkisi toplum üzerinde daha ağır hissedilecektir. Bu noktada Kaizen yaklaşımı, Batılı yaklaşımların aksine bireylere daha fazla motivasyon sağlayan bir yaklaşım olarak göze çarpmaktadır. Sürekli gelişmeyi ön planda tutarak, müşteri tatmini, zamanında teslim, toplam kalite kontrolü, sıfır hata, verimlilik artırımı, ast-üst ilişkilerindeki birleştirici etki, yeni ürün geliştirme gibi faktörlerin sağlanması gerektiğini savunduğu için kalite kavramını güçlendirmekte ve rekabette üstünlük sağlayacak bir tutum geliştirmektedir. Bu bakımdan sadece savaş sonrası düzelme için benimsenen kısa süreli bir yaklaşım değildir. Günümüzde küresel geçerliliği olan rekabet üçgeni unsurları: zamanında teslim, maliyet ve kalite gibi kavramları destekler nitelikte olduğu için Kaizen sürdürülebilir bir yaklaşımdır. Kaizen yaklaşımının küçük ve orta ölçekli işletmelere de uygulanabilir olması genel bir yaklaşım olmasını destekler niteliktedir. Bu yaklaşım türünde başarıların ödüllendirilmesi ve başarısızlıkların cezalandırma sebebi değil, gelişmeye yönelik bir fırsat olarak algılanması gerek çalışanların motivasyonu gerekse toplam kalitenin yakalanması ve artırılması açısından değer taşıyan bir özelliktir. Bu şekilde bir uygulama ile çalışanların işletmeyi kendilerininmiş gibi benimsemeleri mümkün olabilecektir ve verimlilik de artırılabilecektir. Kaizen yaklaşımının teması olan “dünkünden daha iyi yapmak, yarın yapılacakların da bugünkünden daha iyi yapılması ve durup dinlenmenin ya da mevcut halin kabulünün reddedilmesi ” üretimin tüm aşamalarında gelişmişliği sağlayabilecek bir yaklaşımdır. Günümüzde küresel anlamdan önem taşıyan bir diğer kavram da “innovation” ya da yeniliklik kavramıdır. Kaizen ile yenilikler üretim sürecini sekteye uğratacak yan etkiler önlenebilecek şekilde yönetilebilmektedir. Her işletmede genel anlamda bir yenilik meydana geldiğinde gerek insan gerekse kullandığı teçhizatın uyumu aşamasında adaptasyon problemi yaşanabilmektedir. Bu noktada ortaya çıkabilecek problemler iyi analiz edilirse Kaizen yaklaşımının sürekli iyileştirme özelliği sayesinde uyum sorunları yeniliğin etkinliğinin normalden daha fazla şekilde hissedilebilmesini ve istenilen seviyelere ulaşılabilmesini sağlayacaktır.

 
On 10 Aralık 2009 06:56 , Yasin ARSLAN dedi ki...

Kazien yaklaşımında PUKÖ döngüsü temel alınarak standartlara uygulama yapılmaktadır. Bu döngü: “planla, uygula, kontrol et ve önlem al” gibi işlevlerden meydana gelmektedir. Bu döngünün iyileştirmede kullanılabilmesi içinse standartlara istikrar kazandırılması gerekmektedir. Söz konusu istikrar da SUKÖ: “standartlaştır, uygula, kontrol et, önlem al” ile sağlanabilir.
Kaizen ile ilgili faktörler göz önünde bulundurulursa Japonya’nın bugünkü gelişmişlik düzeyine ulaşmasındaki nedenlere ulaşılmış olunacaktır. Kaizen yaklaşımının Japonya’da başarılı olmasının nedenleri arasında sadece bu yaklaşımın çok iyi olması değil Japon toplumunun da söz konusu yaklaşımın özelliklerine paralellik gösteren nitelikte olması önem taşımaktadır. Bu bakımdan Japonlara özgü iş duyarlılığı, kolektivist hareket etme ve bakış açısı gibi unsurlar bu yaklaşımın uygulanabilir olmasını sağlamış ve karşılaşılabilecek riskleri en aza indirgemiştir. Bu bakımdan yöntemin uygulanmasında kültürel bir takım özellikler önem taşımaktadır. Aynı uygulamanın ABD’de başarısızlıkla sonuçlanmasının sebepleri altında bu kültürel özellikler yatmaktadır. Amerikalılar sonuç odaklı düşünürken, Kaizen yaklaşımı süreç odaklı düşünmektedir. Kaizen yaklaşımı uzun vadede etkili olurken, Amerikalılar kısa vadede etkili olan yenilikçi yaklaşımlara heyecan verici olması ve popüler kültürün ABD’de etkin olması sebebiyle daha çok önem vermektedir. Kaizen yaklaşımının yavaş gelişen ekonomilerde daha etkin olması, doğu ülkelerinde batıya göre daha fazla uygulanabilir bir yöntem olmasını destekler niteliktedir.
Kaizen yaklaşımının yöntemleri yukarıda bahsedilen nedenler sebebiyle Türkiye’de de uygulanabilir bir niteliktedir. Türkiye’nin kültürel yapısı Toplumcu yapıyı destekler niteliktedir ve Kaizen yaklaşımı da grup çalışmalarına verdiği önem ve bunu bir yöntem olarak kullanması ayrıca toplu gelişmenin sağlanmasını amaçlaması nedeniyle Türk kültürüne uygundur. Diğer bir kültür kalemi olan Belirsizliğe Tolerans noktasında Türkler değişime çok sıcak bakan ve buna kolay uyum gösteren bir toplum olarak yer almamaktadır. Bu özellik her ne kadar yaklaşımın uygulanmasında güçlük çıkarabilecek bir neden gibi gözükse de yaklaşımın sonuç yerine süreç odaklı olması ve uzun vadeli uygulanabilir olması değişime olabilecek direnci kırabilir niteliktedir. Ancak belirsizliğe toleransın artmasıyla orantılı olarak Kaizen yaklaşımı da daha uygulanabilir olacaktır. Kaizen yaklaşımının geleneksel ve korumacı bir tarzda olması Feminen bir durumdur ve bu özelliği taşıyan Doğu kültürüne uygulanmasında olumlu bir etmen olması nedeniyle Türkiye için de uygun olacaktır. Bir diğer kültür analizi faktörü olan Güç Mesafesi boyutu ülkemizde kolektif çalışmayı olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Kaizen yaklaşımı gerek grup çalışmalarında lider ile grup üyelerini gerekse işletmelerde yönetim ile çalışanları birbirine daha yakın tutmaya çalışarak karşılıklı güven ortamını sağlamaya çalışmaktadır. Bu tür bir ortamda iletişim dikey yerine yatay olacağı için çalışanlardan daha fazla verim elde edilebilecektir. Kaizen yaklaşımı ile güç mesafesi boyutunun çalışanlar üzerindeki olumsuz etkisi giderilebileceği için uygulanması daha iyi olacaktır. Başarılı bir Kaizen modeliyle üretim faktörleri daha etkin ve verimli kullanılabilecek, işletme cephesinde çalışandan maksimum verim elde edilebilecek ve çalışanların iş tatmini sağlanacak, müşteri tatmini kalitenin artırılmasıyla sağlanabilecek ve rakipler karşısında rekabetçi üstünlük yakalanabilecek, işletmenin amaçlarına ulaşması sağlanabileceği için de yönetim de tatmin edilebilecektir.

 
On 10 Aralık 2009 06:57 , Yasin ARSLAN dedi ki...

Kaizen uygulaması bireysel anlamda başarılı bir şekilde uygulanabilirse birey açısından olumlu sonuçlar da elde edilebilir. Bu yaklaşımda bireyin başarılı olabilmesi için de sabırlı bir şekilde sürekli gelişmeyi hedefler nitelikte olması gerekir. Özellikle yapılan hatalar ve ortaya çıkan problemler göz ardı edilmemelidir. Karşılaşılan sorunların ana nedenleri her zaman sorgulanmalıdır. Bunlar bir gelişim aracı olarak görülmelidir bu sayede görülebilen riskler en aza indirgenir farkında olunmayan risklerin de kısmen de olsa önüne geçilmiş olur. Kaizen yaklaşımı, bulunulan dönemle yetinmeyi engellemeye çalışır, her zaman güncel olanın üzerine ekleyerek uygulama yapılmasını önerir. Sigara içme konusunda “Sigara içenler sigarayı bıraksın.” gibi bir uyarı genel anlamda işe yaramayabilir. Ancak Kaizen yaklaşımı göz önünde bulundurulursa yapılacak uyarı şu şekilde olabilir: “Sigara içenler azaltsın; az içenler ise bıraksın.” bu durumda benimsenmesi ve uygulanması daha kolay bir çözüm yolu ortaya çıkabilir. Verimlilik ve etkinlik de daha kısa zamanda elde edilebilir.

KAYNAKÇA
• BEŞKESE, A., 2007. Işletmelerde Sürekli İyileştirme Süreci: Kaizen, Üretim ve Hizmet Süreçlerinin Yönetimi, Çağlayan Kitabevi, Ed: Erkan Bayraktar, İstanbul.
• İkinci Dünya Savaşı Sonrası Japonya Ekonomisi. www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/.../japonya.doc
• Japonya'nın ekonomik tarihi. http://tr.wikipedia.org/wiki/Japonya'n%C4%B1n_ekonomik_tarihi

 
On 11 Aralık 2009 11:55 , yunus eşgi dedi ki...

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI JAPONYA EKONOMİSİ

I.GİRİŞ
Japonya’nın kısa sürede süper ekonomik güç haline gelmesinde içsel ve dışsal bir çok faktörün olumlu etkisi olmuştur. Japonya İkinci Dünya Savaşı yenilgisiyle hemen hemen bütün sanayi üretim kapasitesini ve ulaşım, iletişim ve elektrik üretim ve dağıtım sistemi gibi sanayi üretimi için vazgeçilmez altyapı ağını kaybetmekle birlikte, Savaş sonrası hızla toparlanarak “Japon mucizesi” olarak adlandırılan kalkınma sürecine girmiş ve en gelişmiş ülkeler sınıfına dahil olmuştur. Japonya’nın kısa sürede süper ekonomik güç haline gelmesinde iç ve dış bir çok faktörün olumlu etkisi olmuştur. Olumlu şartlar, izlenen başarılı sanayileşme politikaları sayesinde en iyi şekilde değerlendirilmiştir.

Bu çalışmada, İkinci Dünya Savaşı sonrası Japon ekonomisinin hızla toparlanarak büyüme sürecine girmesini sağlayan koşullar ile sanayi politikası incelendikten sonra, bu politikaların ekonomiye yansımasının nasıl olduğunu gösteren ekonomik gelişmelere yer verilmektedir.

 
On 11 Aralık 2009 11:55 , yunus eşgi dedi ki...

II. EKONOMİK BAŞARIYI SAĞLAYAN NEDENLER

II.1. Genel Koşullar
Uluslararası konjonktürün Japonya’nın hızlı büyümesine katkısı büyük olmuştur. 1945 yılının Ağustos ayında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının ardından, Japonya kayıtsız şartsız teslim olduğunu ilan etmiş ve Potsdam Deklerasyonu ile de bu durum teyit edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 1951 yılındaki ABD-Japonya San Francisco Barış Antlaşmasına kadar süren işgal yıllarında Japonya’nın sosyal ve siyasi yapısını tekrar oluşturmasını sağlamıştır. Değişikliklerin bir kısmı Japon ekonomisinin sağlıklı bir şekilde büyümesi için son derece elverişli bir ortam sağlamıştır.

Uluslararası konjonktürün Japonya’nın hızlı büyümesine katkısı büyük olmuştur. 1950’de başlayan Kore savaşı nedeniyle Japonya’nın ABD açısından stratejik önemi artmıştır. ABD’nin Japonya’dan yaptığı ithal talebindeki büyük artışlar sayesinde, sanayideki toparlanma daha kolay olmuştur. Sonraki yıllarda da ABD’ye yapılan ihracat ekonomideki önemini korumaya devam etmiştir.

Barış antlaşmasının bir gereği olarak savunma harcamalarına getirilen GSMH’nın yüzde 1’ini aşmama koşulu sayesinde, Japonya bütün dikkatini ekonomik alana çevirmiş, ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında kaynaklarını tamamen ekonomik yatırımlara yönlendirme imkanına kavuşmuştur.
1946 yılında ilan edilen yeni Anayasa ile Batı ölçülerinde çağdaş bir politik sistem kurulmuştur. 1946 yılında ilan edilen yeni Anayasa ile Batı ölçülerinde çağdaş bir politik sistem kurulmuştur. Siyasal yetkiler İmparatorun elinden alımıştır. 1947 yılında yürürlüğe giren anayasaya göre, yasama yetkisini kullanan ve dört yıllık dönemler için seçilen 500 üyeli Temsilciler Meclisi (The House of Representatives) ve her üç yılda bir yarısı yenilenmek üzere altı yıllık dönemler için seçilen 252 üyeli Danışma Meclisi (The House of Councillor) olmak üzere iki kanattan oluşan Parlamento (The Diet), yürütme yetkisini kullanan ve Parlamento’ya karşı siyaseten sorumlu olan Bakanlar Kurulu sistemi oluşturulmuştur.

1949 yılında Dodge-line istikrar politikaları (The Dodge-line Stabilization Policies) çerçevesinde medeni yasa ve anti tekel yasalarının çıkarılması, işgücü ve tarım reformları gibi bir dizi ekonomik ve sosyal reform yapılmıştır. Birçok gelişmekte olan ülkede bu reformların gerçekleştirilememiş olmasının bu ülkelerin kalkınma hamlelerinin önündeki önemli engeller olduğu göz önüne alındığında, Japonya’da yapılan reformların önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
Ekonomik yapının sağlıklı bir duruma gelmesini sağlayan belki de en önemli reform tarım alanında gerçekleştirilmiştir. Ekonomik yapının sağlıklı bir duruma gelmesini sağlayan belki de en önemli reform tarım alanında gerçekleştirilmiştir. Tarım Reformu (The Agrarian Reform) ile büyük toprak sahiplerinin ellerindeki topraklar küçük çiftçilere dağıtılarak, tarım kesiminde varolan feodal yapı sona erdirilmiştir.

Zaibatsu denen aile şirketleri savaş sırasında devletin araç gereç talebi karşısında gittikçe büyümüş ve adeta savaşla beslenen bir yapıya bürünmüşlerdir. Ekonomide hakim bir yapıya sahip olan az sayıdaki bu büyük sanayi ve finansal şirketlerin hakimiyetlerinin kırılmasını sağlayan (The Zaibatsu Dissolution) reform sayesinde Japon ekonomisi daha rekabetçi ve daha etkin bir yapıya kavuşmuştur.

 
On 11 Aralık 2009 11:56 , yunus eşgi dedi ki...

Bugün için ekonomik durgunluğun sebeplerinden biri olan yüksek tasarruf oranı, Japonya’nın savaş sonrası yeniden imarında önemli rol oynamıştır. Bugün için ekonomik durgunluğun sebeplerinden biri olan yüksek tasarruf oranı, Japonya’nın savaş sonrası yeniden imarında önemli rol oynamıştır. Sanayi kesiminin ihtiyaç duyduğu sermaye, yüksek tasarruf oranı sayesinde ucuz bir şekilde sağlanabilmiştir. Tasarruf oranı hala yüzde 10’un üzerinde seyretmektedir.

Japonya, yer altı kaynağı yok denecek kadar az olan bir ülke olmakla birlikte, zengin su ve orman kaynaklarına sahiptir. Ayrıca, adalardan oluşan ülkenin büyük bir deniz ürünleri zenginliği mevcuttur.
Kalkınmanın sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli önkoşul insan kalitesinin en yükseğe çıkarılmasıdır. Japonya’da eğitim sorunu Meiji Restorasyonu (1868) döneminde büyük ölçüde çözümlenmiş durumdaydı. 19. yüzyıl sonlarında nüfusun yüzde 65’lik bölümü zorunlu ilkokulu bitirmiş bulunuyordu. Toplumun eğitim seviyesinin yüksekliği ve eğitim sisteminin mükemmelliği sayesinde Japonya’nın savaş sonrası toparlanması da göreli olarak kolay olmuştur. Ayrıca, “daha çok mühendis, daha az avukat” sloganında ifadesini bulan teknik bilimlere olan ilginin yüksekliği, Japon toplumunu sanayi alanındaki yeniliklerin öncüsü konumuna getirmiştir. Zorunlu olan altı yıllık ilkokul ile üç yıllık ortaokul eğitimi devlet tarafından parasız olarak sağlanmaktadır. Günümüzde zorunlu eğitimi bitirenlerin yaklaşık yüzde 96’sı liseye devam etmektedir.
Toplumun çalışkanlığının, iş yaşamına verdikleri önemin ve işe gösterilen özenin bu başarıdaki önemini vurgulamak gerekmektedir. Japon toplumuna özgü olan özellikler, ekonomik başarının sübjektif koşullarını oluşturmaktadır. Toplumun çalışkanlığının, iş yaşamına verdikleri önemin ve işe gösterilen özenin bu başarıdaki önemini vurgulamak gerekmektedir.

İşletmelerin, yasal zorunluluk olmamakla birlikte, geçtiğimiz yıllara kadar uyguladıkları hayat boyu istihdam sistemi (Shusin-Koyo, lifetime employment) işçilerin verimliliğini olumlu yönde etkilemiştir. Şirketler, ekonomik durumun kötüleştiği dönemlerde işçi çıkarma yoluna gitmek yerine, ücretleri düşürerek krizleri yenme yoluna gitmişlerdir. İşten çıkarılmayacağına emin olan işçiler kendilerini çalıştıkları şirketlerin bir parçası olarak görmekte ve işlerinde daha özenle ve fedakârca çalışmaktadırlar. Ancak, son yıllardaki krizin uzaması, şirketleri hayat boyu istihdam sistemini terk etmeye zorlamıştır.

Japon şirketler, çalışma yaşamında kıdem esasına dayalı ücret ve terfi sistemini (Nenko Jyoretsu) uygulamaktadır. Bu sistemde çalışanlar arasındaki olumsuz rekabet en aza inmektedir. Kıdemli olanlar daha kıdemsiz olanlara iş öğretme konusunda isteksizlik göstermedikleri için, kuşaklar arasındaki bilgi akışında kesinti yaşanmamaktadır. Ancak, bu sistemde kaçınılmaz olarak üst yönetimin yaşlılardan oluşması nedeniyle değişen koşullara çabuk uyum sağlama zorluğu yaşandığı için son yıllarda işe alınan daha genç profesyonel yöneticilerin sayısında artış görülmektedir.
Japon şirketlerin karar alma mekanizmaları alt kademelerden üst kademelere doğru işlemektedir. Şirket yönetiminde karar alma mekanizması çalışanların alınan kararları uygulama isteği üzerinde olumlu etki yapmaktadır. Japon şirketlerin karar alma mekanizmaları alt kademelerden üst kademelere doğru işlemektedir. Ayrıca, grup istişaresine dayanan danışma mekanizması, riski en az düzeye indirmektedir. Bu sistemde karar alma süreci oldukça uzun sürmekle birlikte, karar alındıktan sonra uygulama aşaması kısalmakta ve uygulama gücü artmaktadır.

 
On 11 Aralık 2009 11:56 , yunus eşgi dedi ki...

“Keiretsu” olarak adlandırılan şirket yapısı, sanayi üretiminin artırılmasında önemli rol oynamıştır. “Keiretsu” olarak adlandırılan şirket yapısı, sanayi üretiminin artırılmasında önemli rol oynamıştır. İki çeşit keiretsu bulunmaktadır. Birinci tipte, ana finansör konumunda olan bir banka etrafında toplanarak çeşitli alanlarda faaliyet gösteren çok sayıda şirketten oluşan ve yatay bir şekilde örgütlenmiş holdingler yer almaktadır. Günümüzde yaşanan kriz ortamında büyük zorluklar yaratmakla birlikte, ekonominin sermaye birikimine ve yatırıma ihtiyaç duyduğu savaş sonrası dönemde bu sistem oldukça iyi çalışmıştır. Sisteme göre, şirketler birbirlerinin hissedarı konumunda (cross-holding of stocks) olduğundan bir şirket diğer şirketler tarafından finanse edilme imkanına kavuşmaktadır. Ayrıca, zor duruma düşen bir şirkete diğer şirketler tarafından kaynak aktarılarak, o şirketin kurtarılması da sağlanmaktadır. Ancak, günümüzde tahsili imkansız hale gelen borçlardan dolayı iflas noktasına gelen bankaların yarattığı bankacılık krizinin asıl nedenlerinden birinin de bu yapı olduğunu hatırlatmakta fayda var.

İkinci tip keiretsu, maliyetlerin azaltılarak kalitenin yükseltilmesi konusunda büyük etkide bulunmuştur. Piramidi andıran bu yapıya göre, tepede büyük imalatçı şirket (Toyota, Hitachi vb.), onun altında da bu imalatçılara ara mal sağlayan şirketler (subcontractor) yer almakta ve bu zincir aşağıya doğru genişleyerek devam etmektedir. Bu üretim yapısında anında (Kanban Houshiki-just in time system) üretim yapılarak stok maliyetleri sıfırlanmakta, piramit içinde yer alan şirketler arasındaki rekabet aşağıya doğru inildikçe arttığı ve tepedeki ana şirket aşağıdakilere teknik destek sağladığı için ürün kalitesinde sürekli iyileşme sağlanmaktadır. Anında üretimin sorunsuz işlemesi için kusursuz bir şekilde işleyen ulaşım ve iletişim sistemine ihtiyaç vardır.
Dünyanın her yerinde her çeşit malı alıp satmakla uğraşan genel ticaret şirketleri (Sogo Shosha), Japon mallarının dünya pazarlarına satılması ve ülkeler hakkında ticari istihbarat sağlama konularında önemli görevler üstlenmişlerdir. Dünyanın her yerinde her çeşit malı alıp satmakla uğraşan genel ticaret şirketleri (Sogo Shosha), Japon mallarının dünya pazarlarına satılması ve ülkeler hakkında ticari istihbarat sağlama konularında önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu şirketler, dünyanın belli başlı merkezlerinde bürolar açmışlar ve pazarları çok iyi takip etmişlerdir. İşleri dolayısıyla elde ettikleri bütün bilgileri merkeze bildirdikleri için, şirketin strateji belirlemesi ve olası durumlara karşı önceden hazırlıklar yapması oldukça kolaylaşmıştır. Ayrıca, pazar araştırması ve pazarlama gücü olmayan üreticiler bu şirketler aracılığıyla mallarını dünyanın her yerine satma imkanı elde etmiştir.

Genel ticaret şirketleri Japonya pazarına ilk defa girmek isteyen mallara karşı da engel durumundadır. Çünkü, Japon perakendeci firmalar ithal malları doğrudan ithalatçı ülke firmasından almaktan ziyade, daha güvenli olduğu gerekçesiyle bu ticaret şirketlerinden alma eğilimi göstermektedirler. Sözkonusu ticaret şirketleri ise küçük çaplı ve az kar sağlayan malları ithal etme konusunda pek istekli olmamaktadır.

 
On 11 Aralık 2009 11:56 , yunus eşgi dedi ki...

II.2. Sanayi Politikası
Başarılı bir sanayi politikasının hazırlanmasında, doğru politika seçeneklerinin belirlenmesi kadar, politikayı belirleyenlerin ve uygulayanların samimiyeti ve yeteneği de çok önemlidir. Sanayi politikası, hükümetin imalat sanayii lehine kaynak tahsisi amacıyla piyasaya müdahale etmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Piyasaya müdahale fikri, piyasanın kendi başına işleyişinde eksiklikler ortaya çıktığı düşüncesinden hareketle, haklı çıkarılmaya çalışılır. Hükümetin müdahalesini haklı çıkaran nedenler arasında ölçek ekonomileri, dışsallıklar, kamu malları, tekel, belirsizlik sorunları, eksik enformasyon, “bebek endüstriler” ve gelir dağılımı problemleri sayılabilir. Japonya, savaş sonrası ekonominin yeniden düzlüğe çıkarak hızla büyümesini sağlamak için hükümet müdahalelerini yoğun bir şekilde kullanmıştır.
Başarılı bir sanayi politikasının hazırlanmasında, doğru politika seçeneklerinin belirlenmesi kadar, politikayı belirleyenlerin ve uygulayanların samimiyeti ve yeteneği de çok önemlidir. Bu noktada, politik ve bürokratik yapının kalitesi ve istikrarı kilit rol oynamaktadır. Bu konuda Japonya savaş öncesinden güçlü bir mirası devralmıştır.

Meiji döneminden itibaren oluşturulan güçlü merkezi bürokrasi, savaş sonrası da varlığını korumuştur. Yönetici yetiştiren bazı üniversitelerden (özellikle Tokyo Üniversitesi) mezun olan idealist ve iyi yetişmiş bürokratlar sayesinde devletin ekonomi yönetimi, uzun vadeli stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanması konusunda başarılı çalışmalar yapmışlardır. Ayrıca, memuriyet hayatları boyunca aynı kurumda çalıştıkları için, kamu görevlilerinin işe vakıf olma güçleri arttığı gibi, politikaların sürekliliği de sağlanmaktadır. Bürokratların politikacılardan bağımsızlığının göreli olarak yüksek olması, karar alma ve uygulama aşamasında siyasi kaygılardan uzak, ekonomik gerçeklere uygun kararların alınmasını sağlamaktadır.

1993 yılına kadar devam eden siyasi istikrar ekonominin büyümesi için yalnızca uygun bir ortam değil, aynı zamanda sanayi politikalarının kararlı bir şekilde yürütülmesini de sağlamıştır. Ülkedeki siyasi istikrara paralel olarak, sosyal istikrarsızlıklar da yok denecek kadar az görülmüş, ilaveten ülkenin geleceğine ilişkin kararlarda tam bir ittifak oluşmuştur.
1946-55 yıllarını kapsayan yeniden inşa döneminde, hükümet üretim kapasitesini artırmak ve açlık seviyesinde bulunan halkın doyurulmasını sağlamak üzere çeşitli uygulamalar başlatmıştır. 1946-55 yıllarını kapsayan yeniden inşa döneminde, hükümet üretim kapasitesini artırmak ve açlık seviyesinde bulunan halkın doyurulmasını sağlamak üzere çeşitli uygulamalar başlatmıştır. 1946-48 yıllarında yürürlükte kalan Tercihli Üretim Planı (Keisha Seisan Hoshiki-The Preferential Production Plan) kapsamında hammadde ve finans kaynakları demir ve kömür endüstrilerine tahsis edilmiştir. Tahsis politikası, üretim kapasitesinin yeniden eski seviyesine gelmesini sağlamış ve daha sonraki aşamada ağır sanayi ve kimya sanayii için uygun bir altyapı oluşturmuştur. Ayrıca, bu dönemde sübvansiyon, fiyat kontrolleri, kredi tahsisi ve kısıtlanmış ithal malları tahsisi gibi müdahale yöntemleri uygulanmıştır.

1948 yılında yürürlüğe giren Dodge İstikrar Planı çerçevesinde sınırlı sayıda belirlenen alanlar dışında tüm sübvansiyonlar kaldırılmış ve bütçe sıkı bir disiplin altına alınarak yüzde 200’lere ulaşan enflasyon önlenmeye çalışılmıştır. 1949 yılında herhangi bir ekonomik gerekçeye dayandırılmaksızın Yen’in değeri 1$=360Yen olarak belirlenmiştir. Uygulanan doğrudan müdahale yöntemleri, sosyalist ekonomileri çağrıştırırcasına yoğun olmuştur. Ancak, bu dönemi savaş yıkıntıları arasında bir ekonominin yeniden kurulması olarak algılamak gerekmektedir.

 
On 11 Aralık 2009 11:57 , yunus eşgi dedi ki...

II.2. Sanayi Politikası
Başarılı bir sanayi politikasının hazırlanmasında, doğru politika seçeneklerinin belirlenmesi kadar, politikayı belirleyenlerin ve uygulayanların samimiyeti ve yeteneği de çok önemlidir. Sanayi politikası, hükümetin imalat sanayii lehine kaynak tahsisi amacıyla piyasaya müdahale etmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Piyasaya müdahale fikri, piyasanın kendi başına işleyişinde eksiklikler ortaya çıktığı düşüncesinden hareketle, haklı çıkarılmaya çalışılır. Hükümetin müdahalesini haklı çıkaran nedenler arasında ölçek ekonomileri, dışsallıklar, kamu malları, tekel, belirsizlik sorunları, eksik enformasyon, “bebek endüstriler” ve gelir dağılımı problemleri sayılabilir. Japonya, savaş sonrası ekonominin yeniden düzlüğe çıkarak hızla büyümesini sağlamak için hükümet müdahalelerini yoğun bir şekilde kullanmıştır.
Başarılı bir sanayi politikasının hazırlanmasında, doğru politika seçeneklerinin belirlenmesi kadar, politikayı belirleyenlerin ve uygulayanların samimiyeti ve yeteneği de çok önemlidir. Bu noktada, politik ve bürokratik yapının kalitesi ve istikrarı kilit rol oynamaktadır. Bu konuda Japonya savaş öncesinden güçlü bir mirası devralmıştır.

Meiji döneminden itibaren oluşturulan güçlü merkezi bürokrasi, savaş sonrası da varlığını korumuştur. Yönetici yetiştiren bazı üniversitelerden (özellikle Tokyo Üniversitesi) mezun olan idealist ve iyi yetişmiş bürokratlar sayesinde devletin ekonomi yönetimi, uzun vadeli stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanması konusunda başarılı çalışmalar yapmışlardır. Ayrıca, memuriyet hayatları boyunca aynı kurumda çalıştıkları için, kamu görevlilerinin işe vakıf olma güçleri arttığı gibi, politikaların sürekliliği de sağlanmaktadır. Bürokratların politikacılardan bağımsızlığının göreli olarak yüksek olması, karar alma ve uygulama aşamasında siyasi kaygılardan uzak, ekonomik gerçeklere uygun kararların alınmasını sağlamaktadır.

1993 yılına kadar devam eden siyasi istikrar ekonominin büyümesi için yalnızca uygun bir ortam değil, aynı zamanda sanayi politikalarının kararlı bir şekilde yürütülmesini de sağlamıştır. Ülkedeki siyasi istikrara paralel olarak, sosyal istikrarsızlıklar da yok denecek kadar az görülmüş, ilaveten ülkenin geleceğine ilişkin kararlarda tam bir ittifak oluşmuştur.

 
On 11 Aralık 2009 11:57 , yunus eşgi dedi ki...

1946-55 yıllarını kapsayan yeniden inşa döneminde, hükümet üretim kapasitesini artırmak ve açlık seviyesinde bulunan halkın doyurulmasını sağlamak üzere çeşitli uygulamalar başlatmıştır. 1946-55 yıllarını kapsayan yeniden inşa döneminde, hükümet üretim kapasitesini artırmak ve açlık seviyesinde bulunan halkın doyurulmasını sağlamak üzere çeşitli uygulamalar başlatmıştır. 1946-48 yıllarında yürürlükte kalan Tercihli Üretim Planı (Keisha Seisan Hoshiki-The Preferential Production Plan) kapsamında hammadde ve finans kaynakları demir ve kömür endüstrilerine tahsis edilmiştir. Tahsis politikası, üretim kapasitesinin yeniden eski seviyesine gelmesini sağlamış ve daha sonraki aşamada ağır sanayi ve kimya sanayii için uygun bir altyapı oluşturmuştur. Ayrıca, bu dönemde sübvansiyon, fiyat kontrolleri, kredi tahsisi ve kısıtlanmış ithal malları tahsisi gibi müdahale yöntemleri uygulanmıştır.

1948 yılında yürürlüğe giren Dodge İstikrar Planı çerçevesinde sınırlı sayıda belirlenen alanlar dışında tüm sübvansiyonlar kaldırılmış ve bütçe sıkı bir disiplin altına alınarak yüzde 200’lere ulaşan enflasyon önlenmeye çalışılmıştır. 1949 yılında herhangi bir ekonomik gerekçeye dayandırılmaksızın Yen’in değeri 1$=360Yen olarak belirlenmiştir. Uygulanan doğrudan müdahale yöntemleri, sosyalist ekonomileri çağrıştırırcasına yoğun olmuştur. Ancak, bu dönemi savaş yıkıntıları arasında bir ekonominin yeniden kurulması olarak algılamak gerekmektedir.
Üretim kapasitesinin savaş öncesi duruma getirilmesinden sonra, 1951-60 yıllarında sanayi üretiminin gelişmiş ülkeler düzeyine yükseltilmesi amacıyla endüstriler arası kaynak tahsisi politikası uygulanmaya başlanmıştır. Üretim kapasitesinin savaş öncesi duruma getirilmesinden sonra, 1951-60 yıllarında sanayi üretiminin gelişmiş ülkeler düzeyine yükseltilmesi amacıyla endüstriler arası kaynak tahsisi politikası uygulanmaya başlanmıştır. Sanayi politikalarının temel mantığı, F. List’in “bebek endüstrilerin” gelişip büyümelerini sağlamak için erken dönemlerde korunması gerektiği teorisine dayandırılmıştır. Hükümet karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğuna karar verilen demir-çelik, kömür madenciliğine ek olarak elektrik santrali, otomotiv, gemi yapımı, makine araç ve gereçleri, elektronik, sentetik, suni gübre ve kimya gibi endüstrileri hedef sektörler olarak belirlemiştir. Mali Yatırım ve Kredi Programı (Zaisei Touyushi-Fiscal Investment and Loans Program) kapsamında özel vergi teşvikleri uygulanmış ve sosyal güvenlik fonları ve halkın tasarrufları hedef sektörlere yönlendirilmiştir. Ayrıca, hedef endüstrilerde kullanılan ithal makineler için düşük kur ve tarife indirimleri uygulamasına gidilerek ithalat kolaylaştırılmıştır.
Hedef sektörler dış rekabete karşı yoğun bir şekilde korunmuştur. Başlıca koruma yöntemleri ise tarife ve miktar kısıtlamaları şeklinde olmuştur. Ancak, Japonya’da uygulanan koruma yöntemleri diğer gelişme yolundaki ülkelerden oldukça farklı bir mantığa sahip olmuştur. Hükümet sanayicilere korumaların geçici bir süre için olduğunu, belirli dönemler halinde koruma oranlarının azaltılarak sanayinin dış rekabete tamamen açılacağını açıkça beyan etmiştir. Böylece, sanayicilerin koruma zırhı arkasına saklanarak sürekli aşırı kar elde etmeleri önlendiği gibi, rekabete hazırlanmak amacıyla şirketlerin kalite ve maliyet unsurlarının sürekli gözden geçirilerek iyileştirilmesi sağlanmış ve ekonomi literatürüne giren işletme yönetim ve organizasyon yöntemleri geliştirilmiştir.

 
On 11 Aralık 2009 11:58 , yunus eşgi dedi ki...

Toplanan tasarruflar sayısı hızla artan şehir bankaları aracılığıyla, hedef sektörlere yönlendirilmiştir. Japon hükümeti sanayi üretiminin ihtiyacı olan finans kaynağının ucuz bir şekilde elde edilmesi amacıyla halkın tasarruf etmelerini teşvik edici ve kolaylaştırıcı yöntemler uygulamıştır. Ülkenin en küçük yerleşim birimlerine kadar yaygınlaştırılan ve bir anlamda banka görevi de üstlenen posta ofisleri aracılığıyla halkın elindeki en küçük tasarruflara bile ulaşılması imkan dahiline girmiştir. Keza, toplanan tasarruflar sayısı hızla artan şehir bankaları aracılığıyla, hedef sektörlere yönlendirilmiştir.
Japonya, ekonominin sağlam bir temele oturduğunu düşünerek 1960’lı yıllarda dışa açılma ve uluslararası ekonomik örgütlerle entegrasyona gitmeyi amaçlayan liberal sanayi politikaları uygulamaya başlamıştır. Bu çerçevede ilk olarak OECD ve GATT üyelikleri gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda, ticaretin ve sermaye hareketlerinin liberalizasyonu için çeşitli adımlar atılmıştır. Yerli sanayii korumak amacıyla, uygulanmakta olan miktar kısıtlamaları otobüs ve çekicilerde 1961’de, televizyon setinde 1964’te, otomobillerde 1965’te, fotoğraf filminde 1971’de kaldırılmıştır. Otomotiv sektöründe 1960 yılında yüzde 40 olan tarife oranı 1971’de yüzde 10’a, 1973’te yüzde 5’e ve 1978’de de yüzde 0’a indirilmiştir. Sermaye hareketlerinde liberalizasyon 1967 yılında başlamış ve 1973 yılında tamamlanmıştır.

 
On 11 Aralık 2009 11:58 , yunus eşgi dedi ki...

Japonya Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (MITI), firmaların rekabet güçlerini artırmak ve ölçek ekonomilerini sağlamak için Gruplama Planını (the Grouping Plan) devreye koymuştur. Ekonominin dış rekabete açılması döneminde, şirketlerin rekabet gücünün artırılması özel önem kazanmıştır. Japonya Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (MITI), firmaların rekabet güçlerini artırmak ve ölçek ekonomilerini sağlamak için Gruplama Planını (the Grouping Plan) devreye koymuştur. Sözkonusu plan çerçevesinde, aynı dalda faaliyet gösteren firmaların birleşmesi teşvik ve tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeler zorunlu olmadığı için örneğin otomobil firmaları birleşmeye karşı çıkarken, demir-çelik birleşmesi (the Nippon Steel) başarılı olmuştur. Bu dönemde, MITI sektörlere teknik bilgi ve yol haritası sağlama işlevini de başarıyla yerine getirmiştir. Firmaların, MITI’nin yaptığı tavsiyelere uymamalarının yaptırımı da bu teknik bilgilere ulaşamamak şeklinde olmuştur.
Küçük ve Orta Ölçekli (KOBİ) firmalar Japon sanayisinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Küçük ve Orta Ölçekli (KOBİ) firmalar Japon sanayisinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Keiretsu şirket yapılanması içinde yan sanayi olarak işlev gören KOBİ’ler rekabetin artırılmasında ve tekelciliğin önlenerek üretimin tabana yayılmasında etkili olduğu gibi sektörde pozitif dışsallık yaratarak toplam maliyetlerin azaltılmasında da etkili olmuştur. Dışa açılma döneminde sözkonusu işletmelerin güçlendirilmesi için modernizasyon ve yeniden yapılanma programları MITI tarafından teşvik edilmiştir. KOBİ’ler salt ekonomik mantıkla değil, aynı zamanda sermayenin belli tekellerde yoğunlaşması sonucu oluşan sosyal sakıncaların önlenmesi amacıyla da destekleme kapsamında tutulmuştur.
1964 yılında oluşturulan Sanayi Yapısı Konseyi (The Council for Industrıal Structure) sanayi politikaları üzerinde sektördeki tüm tarafların konsensüsünü sağlamıştır. 1970 yılında konsey sayısı 27’ye ulaşmış bulunuyordu. Hükümet, iş alemi, akademik kuruluşlar ve gazeteci çevrelerinin temsilcilerinden oluşan konsey Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanına uzlaşmaya varılan sanayi politikaları konusunda raporlar hazırlamışlardır. Böylece, hükümetin hazırladığı sanayi politikaların sektörün gerçeklerinden uzak olma ihtimali ortadan kaldırılmıştır. Alınan kararlarda her kesimin söz hakkı olduğu için, kararların uygulanması kolaylaşmıştır.

Hükümet sözkonusu konseylerin hazırladığı raporlar doğrultusunda hazırladığı yol haritaları (Gyousei Shido-Guide Line Policy) vasıtasıyla özel kesime yön vermiştir. Bu uygulamalar dolayısıyla, dönemin sanayi politikası önceki dönemlerin aksine, daha az müdahaleci ve daha çok yol gösterici bir özellik taşımıştır.

 
On 11 Aralık 2009 11:58 , yunus eşgi dedi ki...

Japonya Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (MITI), firmaların rekabet güçlerini artırmak ve ölçek ekonomilerini sağlamak için Gruplama Planını (the Grouping Plan) devreye koymuştur. Ekonominin dış rekabete açılması döneminde, şirketlerin rekabet gücünün artırılması özel önem kazanmıştır. Japonya Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (MITI), firmaların rekabet güçlerini artırmak ve ölçek ekonomilerini sağlamak için Gruplama Planını (the Grouping Plan) devreye koymuştur. Sözkonusu plan çerçevesinde, aynı dalda faaliyet gösteren firmaların birleşmesi teşvik ve tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeler zorunlu olmadığı için örneğin otomobil firmaları birleşmeye karşı çıkarken, demir-çelik birleşmesi (the Nippon Steel) başarılı olmuştur. Bu dönemde, MITI sektörlere teknik bilgi ve yol haritası sağlama işlevini de başarıyla yerine getirmiştir. Firmaların, MITI’nin yaptığı tavsiyelere uymamalarının yaptırımı da bu teknik bilgilere ulaşamamak şeklinde olmuştur.
Küçük ve Orta Ölçekli (KOBİ) firmalar Japon sanayisinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Küçük ve Orta Ölçekli (KOBİ) firmalar Japon sanayisinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Keiretsu şirket yapılanması içinde yan sanayi olarak işlev gören KOBİ’ler rekabetin artırılmasında ve tekelciliğin önlenerek üretimin tabana yayılmasında etkili olduğu gibi sektörde pozitif dışsallık yaratarak toplam maliyetlerin azaltılmasında da etkili olmuştur. Dışa açılma döneminde sözkonusu işletmelerin güçlendirilmesi için modernizasyon ve yeniden yapılanma programları MITI tarafından teşvik edilmiştir. KOBİ’ler salt ekonomik mantıkla değil, aynı zamanda sermayenin belli tekellerde yoğunlaşması sonucu oluşan sosyal sakıncaların önlenmesi amacıyla da destekleme kapsamında tutulmuştur.
1964 yılında oluşturulan Sanayi Yapısı Konseyi (The Council for Industrıal Structure) sanayi politikaları üzerinde sektördeki tüm tarafların konsensüsünü sağlamıştır. 1970 yılında konsey sayısı 27’ye ulaşmış bulunuyordu. Hükümet, iş alemi, akademik kuruluşlar ve gazeteci çevrelerinin temsilcilerinden oluşan konsey Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanına uzlaşmaya varılan sanayi politikaları konusunda raporlar hazırlamışlardır. Böylece, hükümetin hazırladığı sanayi politikaların sektörün gerçeklerinden uzak olma ihtimali ortadan kaldırılmıştır. Alınan kararlarda her kesimin söz hakkı olduğu için, kararların uygulanması kolaylaşmıştır.

Hükümet sözkonusu konseylerin hazırladığı raporlar doğrultusunda hazırladığı yol haritaları (Gyousei Shido-Guide Line Policy) vasıtasıyla özel kesime yön vermiştir. Bu uygulamalar dolayısıyla, dönemin sanayi politikası önceki dönemlerin aksine, daha az müdahaleci ve daha çok yol gösterici bir özellik taşımıştır.

 
On 11 Aralık 2009 11:59 , yunus eşgi dedi ki...

Petrol fiyatlarının yükselmesi ve Yen’in değer kazanması, enerji yoğun olarak çalışan endüstrilerin rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemiştir. 1970’li yıllarda sanayi politikasına damgasını vuran gelişme petrol krizlerinin sanayi üzerinde yarattığı etkiler olmuştur. Petrol fiyatlarının yükselmesi ve Yen’in değer kazanması, enerji yoğun olarak çalışan endüstrilerin rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemiştir. Kimya, alüminyum, demir-çelik, gemi yapımı gibi olumsuz etkilenen sanayi kolları “yapısal olarak baskı altında olan endüstriler” olarak belirlenmiştir. Bu dönemin diğer bir özelliği de Minamata civa kirlenmesinde (The Minamata Pollution) görüldüğü gibi sanayileşmenin yarattığı çevre felaketlerinin baş göstermesidir. Ayrıca, bir taraftan Yeni Sanayileşen Asya Ekonomilerinin (Asian NIEs) artan rekabet gücü Japon firmaların piyasa payları üzerinde baskı yaratırken, diğer taraftan özellikle tekstil ve demir-çelik sektörü başta olmak üzere ABD ile ticaret anlaşmazlıkları dış ticaret üzerinde etkili olmaya başlamıştır.
İç ve dış gelişmelerin etkisiyle Japonya’nın sanayi politikası, sanayinin teşviki politikalarından yapısal uyum politikalarına dönüşmüştür. 1978 yılında çıkarılan Baskı Altındaki Belirli Endüstrilerin İstikrarı İçin Geçici Önlemler Yasası (Temporary Measures Law for the Stabilization of Specific Depressed Industries) aracılığıyla özel kredi ve kartel oluşturma imkanları sağlanarak, sözkonusu endüstrilerin çevre ile uyumlu ve enerji tasarrufu yoluyla maliyetleri azaltıcı yapısal değişikliklere gitmeleri amaçlanmıştır. Ancak, 1970’li yılların sonlarına doğru Rekabet Kurumu (Kousei Torihiki-iinkai, the Fair Trade Commisssion) kartel imtiyazlarını rekabet kurallarına aykırı bulduğu için, MITI’nin bu konudaki hareket serbestisi kısıtlanmıştır

 
On 11 Aralık 2009 11:59 , yunus eşgi dedi ki...

1980’li yıllardan itibaren sanayi sektörüne doğrudan müdahale eden hükümet politikası uygulamalarına son verilmiştir. 1980’li yıllardan itibaren sanayi sektörüne doğrudan müdahale eden hükümet politikası uygulamalarına son verilmiştir. Bu dönemde, büyük dış ticaret fazlaları nedeniyle özellikle ABD ile olan ticaret çatışmaları ön plana çıkmaya başlamıştır. Artan baskılar nedeniyle, ithalatı artırıcı politika araçları geliştirilmeye çalışılmıştır. Örneğin, ihracatı geliştirmek üzere kurulan JETRO (Japan External Trade Organization) 1981 yılından itibaren ithalatı artırma çabası içine girmiştir.
Japonya’nın sanayi politikasının en önemli ayaklarından birini ekonominin tamamı için pozitif dışsallık yaratan altyapı yatırımları oluşturmuştur. Japonya’nın sanayi politikasının en önemli ayaklarından birini ekonominin tamamı için pozitif dışsallık yaratan altyapı yatırımları oluşturmuştur. Üretimin artırılması ve üretilen malların iç ve dış pazarlara en kolay yolla ve en az maliyetle ulaştırılabilmesi için demiryolları ve karayolları sistemi nicelik ve nitelik olarak iyileştirilmiş, liman inşasına önem verilmiş, enerji santralleri kurulmuştur.

Japonya, sanayi politikasını belirlerken piyasa mekanizmasının işleyişine zarar vermemeye özen göstermiştir. Bütün sanayi kollarının desteklenmesi yerine, büyüme potansiyeli ve verimlilik artışı nedeniyle karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu ve dolayısıyla gelişme şansının olduğuna inanılan endüstriler hedef olarak seçilmiştir. Devlet hiçbir zaman kendisi işletmeci olmayı düşünmemiş, altyapıya yönelik ulaştırma ve haberleşme gibi hizmet sektörü dışında, sanayi alanında kamu iktisadi kuruluşu (KİT) yaratma yoluna gitmemiştir. Bu anlamda, Japonya sanayi alanında bir özelleştirme problemiyle karşılaşmamıştır.

 
On 11 Aralık 2009 12:00 , yunus eşgi dedi ki...

III.EKONOMİK GELİŞMELER

III.1.Yeniden İnşa Dönemi: 1946-1955
Yeniden inşa dönemi savaş sırasında yıkıma uğramış ekonominin yeniden onarılarak, hızlı büyümeye geçiş için şartların oluşturulduğu bir dönem olmuştur. Savaştan sonra, bir taraftan aç durumda olan nüfusun beslenmesi için dış kaynaklı yardımların da desteğiyle bir takım önlemler alınırken, diğer taraftan çağdaş bir ekonomik ve sosyal yapı oluşturma yönünde çeşitli reformlar yapılmıştır.
Savaşın hemen sonrasında üretim kapasitesi Savaş öncesinin onda biri seviyesine inmiştir. Daha önce hiç yüzde 30’u geçmemiş olan gıda harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı 1946 yılında yüzde 68 seviyesine yükselmiştir. O yıllarda halkın en önemli ve acil sorunu beslenmektir. Bu ortamda enflasyon dizginlenemez bir hal almış, 1948 yılında fiyatlar 1937 yılının 100 katını geçmiştir.
Alınan önlemlerin de etkisiyle, dönem sonunda üretim ve tüketim değerleri itibariyle savaşın yıkımı onarılmıştır. 1945-55 döneminde GSMH reel olarak iki kattan fazla artmıştır. Hükümetin uyguladığı hedefleme politikası nedeniyle 1948 yılında ekonomi yüzde 13’lük bir büyüme gerçekleştirmiştir. Ancak, Japon ekonomisine tavsiyelerde bulunmak üzere gönderilen Joseph Dodge, bu büyümenin ABD yardımları ve yüksek bütçe açıkları sayesinde gerçekleştirildiğini ve sürdürülebilirlikten uzak olduğunu söyleyerek, sert tedbirlerin alınmasını ve 1$=360Yen kur eşitliğinin kabul edilmesini istemiştir. Sonuçta ekonomi 1949 yılında ancak yüzde 2,2 büyüyebilmiş, enflasyondaki artış ise kontrol altına alınmıştır. 1950 yılında başlayan Kore savaşı, ABD’nin Japonya’dan mal talebini artırmış, Japon ekonomisinin toparlanması için uygun bir ortam sağlamıştır. Alınan önlemlerin de etkisiyle, dönem sonunda üretim ve tüketim değerleri itibariyle savaşın yıkımı onarılmıştır. 1945-55 döneminde GSMH reel olarak iki kattan fazla artmıştır.

 
On 11 Aralık 2009 12:00 , yunus eşgi dedi ki...

III.2.Hızlı Büyüme Dönemi: 1956-1973
Japon hükümeti 1955 yılında açıkladığı Beyaz Kitapta savaş sonrası geçiş döneminin sona erdiğini ve yeni bir dönemin başladığını ilan etmiştir. Bu dönem bürokratik ve siyasi yapının, sanayi kesimiyle ittifak halinde ihracata dayalı bir büyüme stratejisini benimsediği bir dönem olmuştur.

1955-73 yılları arasında ABD ekonomisi yıllık yüzde 3, Batı Avrupa ülkelerinin ekonomisi yüzde 5-6 büyürken, Japon ekonomisi her yıl ortalama bir önceki yıla göre yüzde 9’luk bir büyüme gerçekleştirmiştir. GSMH 18 yılda dörde katlanmıştır. Yatırımlar ve ihracat büyümenin talep yönündeki sürükleyici güçlerini oluşturmuştur. Bu dönemde, dünya ortalamasının yüzde 60 daha üzerinde olarak yıllık yüzde 14 artış gösteren ihracat, ölçek ekonomisinin gerçekleşmesini sağlamış ve elde edilen gelirlerin yatırımlara ve ARGE faaliyetlerine aktarılarak sanayinin rekabet gücünün daha da artırılması imkanı yaratmıştır. Yıllık yüzde 1,4 artan nüfusla birlikte, tarım kesiminden sanayiye doğru akan işgücü, hızlı büyüme yıllarında sanayinin işgücü sıkıntısına ve ücretler seviyesinin artış baskısı altına girmesine engel olmuştur. Yüzde 20 seviyesinde bulunan ulusal tasarruf oranı sanayi kesiminin ihtiyacı olan sermaye gereksiniminin karşılanmasında büyük rol oynamıştır. Büyüme içinde sermayenin katkısı ilk sırada yer alırken, verimlilik artışı ikinci, işgücü de üçüncü sırada yer almıştır.
İhracata dayalı büyüme modelinin bir gereği olarak, bir taraftan ihracat desteklenirken diğer taraftan ihracata yönelik üretimin ihtiyacı olan ithalatın serbestleştirilmesi, hem ithalatın hem de ihracatın artmasına neden olmuştur. İhracata dayalı büyüme modelinin bir gereği olarak, bir taraftan ihracat desteklenirken diğer taraftan ihracata yönelik üretimin ihtiyacı olan ithalatın serbestleştirilmesi, hem ithalatın hem de ihracatın artmasına neden olmuştur. 1960 yılında 4 milyar dolar olan ihracat 1965 yılında 8 milyar dolara, 1970 yılında 19 milyar dolara ve 1973 yılında 37 milyar dolara, 1960 yılında 5 milyar dolar olan ithalat ise 1965 yılında 8 milyar dolara, 1970 yılında 19 milyar dolara ve 1973 yılında 38 milyar dolara yükselmiştir. Japonya 1955-73 yılları arasında çoğunlukla dış ticaret açığı vermiştir.

ABD ve Batı Avrupa ülkeleri Japonya’nın ihracat pazarı olarak sürekli yükseliş eğiliminde olmuştur. 1957 yılında yüzde 21,1 olan toplam ihracat içindeki ABD’nin payı 1971 yılında yüzde 31,2’ye kadar yükselmiştir. 1960 yılında yüzde 11,7 olan Batı Avrupa ülkelerinin ihracat payı 1970 yılında yüzde 15’e yükselirken, yüzde 32,2 olan Güneydoğu Asya ülkelerinin payı yüzde 25,4’e gerilemiştir. Latin Amerika, Afrika ve Okyanusya ülkelerinin ihracat içindeki paylarında da gerileme yaşanmıştır.

 
On 11 Aralık 2009 12:01 , yunus eşgi dedi ki...

Mal grupları itibariyle ihracat rakamları incelendiği zaman ihracat yapısındaki değişim açıkça görülmektedir. Mal grupları itibariyle ihracat rakamları incelendiği zaman ihracat yapısındaki değişim açıkça görülmektedir. 1960 yılında yüzde 6,6 olan gıda ürünleri ihracat payı ile yüzde 30,2 olan tekstil ürünleri ihracat payı 1970 yılında sırasıyla yüzde 3,5 ve yüzde 12,5’e gerilerken, aynı dönem itibariyle kimyasal ürünlerin payı yüzde 4,2’den yüzde 6,4’e demir-çelik ürünlerinin payı yüzde 13,8’den yüzde 19,7’ye, makine ve ulaşım araçlarının payı yüzde 25,3’ten yüzde 46,3’e yükselmiştir.

İthalat içinde Güneydoğu Asya ile Kuzey Amerika ülkelerinin paylarında belirgin düşüşler gözlenirken Batı Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin ithalat payları artmıştır. İthalat içinde en büyük paya sahip olan ABD’nin payı 1957 yılındaki yüzde 37,9 oranından 1973 yılında yüzde 24,2 oranına gerilemiştir.

1960 ile 1970 yılları karşılaştırıldığında, ithalat yapısında önemli değişimler gerçekleşmiştir. Hammadde ithalat payı yüzde 49,1’den yüzde 35,4’e gerilerken, gıda ürünlerinin payı yüzde 12,2’den yüzde 13,6’ya, mineral yakıtların payı yüzde 16,5’ten yüzde 20,7’ye, imalat sanayii ürünlerinin payı yüzde 21,9’dan yüzde 29,8’e yükselmiştir.

III.3.Yavaşlayan Büyüme ve Olgunlaşma Dönemi: 1974-1990
1970’li yıllara gelindiğinde, Japonya sanayileşmiş ülkeler sınıfına dahil olmuştu. 1970’li yıllara gelindiğinde, Japonya sanayileşmiş ülkeler sınıfına dahil olmuştu. Rekabet gücü, teknolojik yenilikler bakımından Japon malları dünya pazarlarındaki yerlerini sağlamlaştırmışlardı. 1970’li ve 80’li yıllarda ekonomiyi etkileyen en önemli olaylar petrol krizleri ve dönem boyunca değer kazanan Yen olmuştur. Bu iki gelişme, ekonomik büyümenin yavaşlamasına yol açtığı gibi sanayi alanında bazı yapısal değişikliklerin yaşanmasına da neden olmuştur. Teknolojik yeniliklere son derece açık olan Japon sanayisi bu olumsuz durumdan da bazı olumlu sonuçlar çıkarmayı bilmiştir.

1973 ve 1979 yıllarında yaşanan iki petrol krizi, tamamen ithal enerjiye bağlı olan Japon sanayisi üzerinde köklü değişiklikler yaratmıştır. Yoğun enerji kullanan demir-çelik, gemi yapımı gibi ağır sanayi dallarının ekonomideki ağırlığı, Yeni Endüstrileşen Asya Ülkelerinin (NIEs) rekabet baskısının da etkisiyle gerileyerek, yüksek teknoloji ürünleri gibi daha az enerji kullanan sanayi dallarına doğru bir yönelim olmuştur. Ayrıca, rekabet avantajını korumak isteyen firmalar, enerji tasarrufu sağlayan teknolojiler geliştirmeye yönelmiş ve bu konuda oldukça başarılı da olmuşlardır.
ABD’nin artan ticari açıklarından dolayı 1973 yılında Breton Woods sisteminin çökmesi üzerine, Yen revalüe edilerek 1$=272,18Yen değerine yükseltilmiştir. ABD’nin artan ticari açıklarından dolayı 1973 yılında Breton Woods sisteminin çökmesi üzerine, Yen revalüe edilerek 1$=272,18Yen değerine yükseltilmiştir. Japon mallarının dünya piyasalarında daha pahalı hale gelmesi ihracatın rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemiştir. Yen’in değeri daha sonraki yıllarda inişli çıkışlı bir seyir izlemekle birlikte, genellikle yükseliş eğiliminde olmuştur. 1978 yılında dolar karşısında 210,11’e kadar değer kazanan Yen, 1985 yılına kadar düşüş eğilimi göstererek 238,05’e kadar gerilemiştir. Ancak, ABD’nin Japonya’nın dış ticaret fazlalarından şikayeti de artmaya başlamış ve 1985 yılının Eylül ayındaki Plaza Anlaşmasıyla ABD’nin faiz indirimine gitme karşılığında Japonya da iç tüketimi artırmayı ve dış ticareti daha fazla dışa açmayı kabul etmiştir. Bu gelişmelerden sonra, Yen dolar karşısında 1988 yılına kadar değer kazanarak 128,2’ye kadar yükselmiş ve sonraki yıllarda biraz düşüş göstererek 1990 yılında 144,88’e gerilemiştir.

 
On 11 Aralık 2009 12:01 , yunus eşgi dedi ki...

Japon ekonomisi İkinci dünya savaşından sonra ilk defa 1974 yılında yüzde 1,4 küçülmüştür. Japon ekonomisi İkinci dünya savaşından sonra ilk defa 1974 yılında yüzde 1,4 küçülmüştür. 1974-90 yılları arasında başka küçülme yaşanmamakla birlikte, eski yüksek oranlı büyüme rakamlarına bir daha ulaşılamamış, dönemin büyüme ortalaması yüzde 4,1 olarak gerçekleşmiştir. Büyümedeki yavaşlamaya paralel olarak işsizlik oranında artışlar meydana gelmiştir. 1970 yılında yüzde 1,1’e kadar gerilemiş olan sözkonusu oran, sonraki yıllarda yükselişe geçmiş ve 1985 yılında yüzde 2,6’ya kadar yükselmiştir. 1980’li yılların sonlarına doğru dönem ortalamasının üzerine çıkan büyüme oranına paralel olarak, işsizlik oranı da gerileyerek 1990 yılında yüzde 2,1 olarak gerçekleşmiştir.
1980’lerin ikinci yarısında yaşanan ve daha sonra balon ekonomisi (bubble economy) olarak adlandırılan genişleme sürecinde hisse senedi piyasası yüksek oranlı artışlar gerçekleştirmiştir. 1980’lerin ikinci yarısında yaşanan ve daha sonra balon ekonomisi (bubble economy) olarak adlandırılan genişleme sürecinde hisse senedi piyasası yüksek oranlı artışlar gerçekleştirmiştir. 1983 yılında 9.894 puan olan Nikkei Endeksi her yıl yükselerek, 1989 yılında 38.916 puan ile tepe noktasından kapanmıştır. Gayrı menkul piyasası da hisse senedi piyasasına benzer bir seyir izleyerek, 1990 yılında zirve noktasına ulaşmıştır.

1970’li yılların sonundan itibaren verimlilik artışının büyümeye katkısı sermayenin katkısını geçmeye başlamış, işgücünün katkısı ise zaman zaman negatif yönde olmuştur. Artan işgücü ve yer maliyetleri Japon firmalarının Güneydoğu Asya ülkeleri başta olmak üzere dış ülkelerdeki yatırımlarını artırmalarına neden olmuş ve 1990 yılı itibariyle, Japon firmalarının yurt dışındaki üretim toplamı Japonya’nın toplam üretiminin yüzde 6,4’üne yükselmiştir.
1974-90 yılları, Japonya’nın büyük dış ticaret fazlaları verdiği yıllar olmuştur. 1974-90 yılları, Japonya’nın büyük dış ticaret fazlaları verdiği yıllar olmuştur. Sadece 1974, 1975, 1979 ve 1980 yıllarında dış ticaret açığı verilmiştir. Sözkonusu yıllar petrol fiyatlarındaki yüksek artış nedeniyle ithalat patlamasının yaşandığı yıllar olmuştur. 1980 yılındaki dış açık 11 milyar dolara ulaşarak tarihi rekor kırmıştır. İhracat, Yen’in önemli ölçüde değer kazandığı yıllarda Yen bazında düşmesine rağmen, paranın değer kazanma oranı ihracat düşüş oranından daha büyük olduğu için ihracatın dolar değeri artmıştır. Japon mallarının kalite ve teknoloji konusunda dünya pazarlarında yarattığı imaj sözkonusu malların talep esnekliğini düşürdüğü için, Japonya kur baskısı altında bile, ihracat pazarını korumayı başarmıştır.

İhracat pazarı olarak dönem boyunca köklü değişiklik olmamıştır. İhracat içinde Asya ülkeleri ile Batı Avrupa ülkelerinin payı ılımlı artış eğilimini sürdürmüş, ABD’nin payı dalgalanmalar göstermekle birlikte, dönem sonunda 1970’li yılların başındaki oranda gerçekleşmiştir. İhracatın mal yapısındaki gelişmeler de önceki dönemdeki trendini korumuştur. Demir-çelik ihracatı oranı hızlı düşüşünü sürdürürken, gıda ürünleri ihracatı yüzde 1’in altına, tekstil ihracatı yüzde 1’ler seviyesine gerilemiştir. Buna karşılık makine ve araç-gereç ihracatı hızlı yükselişini devam ettirerek, ihracat içindeki payını yüzde 70’ler seviyesine yükseltmiştir.

 
On 11 Aralık 2009 12:01 , yunus eşgi dedi ki...

İthalatın bölgeler itibariyle yapısındaki en önemli değişiklik petrol fiyatlarına bağlı olarak Ortadoğu ülkelerinin payında gerçekleşmiştir. İthalatın bölgeler itibariyle yapısındaki en önemli değişiklik petrol fiyatlarına bağlı olarak Ortadoğu ülkelerinin payında gerçekleşmiştir. 1970 yılında yüzde 12 olan Ortadoğu ülkelerinin de içinde yer aldığı Batı Asya’dan ithalat payı, 1980 yılına gelindiğinde yüzde 31,3’e yükselmiştir. Petrol fiyatlarındaki düşüş ve enerji tasarrufçu üretim teknolojilerinin de gelişimi ile bu pay daha sonraları düşmeye başlamıştır. İthalatın mal yapısı da bu gelişmelere paralel olarak seyretmiş ve 1970 yılında yüzde 20,7’lik paya sahip olan mineral yakıtlar ithalatı 1980 yılında yüzde 49,8’e yükselmiştir. Diğer hammaddelerin ithalat payı düşmeye devam etmiş, mamul mal ithalatının payı ise 1970’li yıllarda düşerken 1980’li yıllarda artışa geçmiştir.

 
On 11 Aralık 2009 12:02 , yunus eşgi dedi ki...

III.4.Kayıp On Yıl: 1991-2000
Japon hükümeti 1980’li yılların ikinci yarısında Yen’in değer kazanmasının olumsuz etkisini dengelemek için ve G-7 ülkeleri ile varılan anlaşmanın da bir parçası olarak gevşek para ve düşük faiz politikası izlemeye başlamıştır. 1987 yılında Japon Merkez Bankası resmi iskonto oranını yüzde 2,5 ile Savaş sonrasının en düşük düzeyine indirmiştir. Bunun sonucunda ekonomi yapay bir şekilde büyümeye, hisse senetleri ve gayrimenkul fiyatları artmaya başlamıştır. Sonraları büyük sorunlara ve banka iflaslarına yol açan banka kredilerinde büyük artış yaşanmıştır. Krediler sağlıklı analizlerden yoksun ve yeterli teminat alınmaksızın dağıtılmaya başlanmış, spekülatif amaçlı yatırımlarda büyük artışlar gerçekleşmiştir. Genel olarak balon ekonomisi (bubble ecomomy) diye adlandırılan bu süreç 1990 yılında zirveye ulaştıktan sonra 1991 yılında patlamış ve Japonya için kayıp bir on yıl (lost decade) başlamıştır.
1996 yılı hariç tutulduğunda ekonomideki büyüme hızı oldukça kötü bir seyir izlemiştir. 1996 yılı hariç tutulduğunda ekonomideki büyüme hızı oldukça kötü bir seyir izlemiştir. 1996 yılındaki yüzde 5,3’lük büyüme hızının ise kamu harcamalarının artırılması ve para arzının genişletilerek para politikasının gevşetilmesi sonucu elde edilen yapay bir büyüme olduğu görülmektedir. Çünkü, ekonominin kötü gidişatında büyüme rakamı dışında herhangi bir olumlu hareket yaşanmamıştır. Artan kamu harcamalarının finansmanı için 1997 yılında harcama vergilerinin yüzde 3’ten yüzde 5’e yükseltilmesi ekonominin tekrar resesyon ortamına sürüklenmesiyle sonuçlanmıştır. Nitekim, ekonomi 1998 ve 1999 yıllarında küçülme yaşamıştır. Dönemin basit ortalama ekonomik büyüme oranı yüzde 1,3 gibi oldukça düşük bir düzeyde gerçekleşmiştir.
Kayıp on yılın ekonomik verileri incelendiğinde, ekonominin bütün göstergeler açısından kötüye gittiği açıkça görülmektedir. Önceki dönemde ekonominin yapay bir şekilde büyütüldüğü 1991 yılında şirket iflaslarındaki patlamayla açıkça su yüzüne çıkmıştır. 1992 yılından itibaren düşen iflaslardaki artış hızı 1995 yılından itibaren tekrar yukarıya doğru bir seyir izlemiştir. Bankaların verdikleri kredi artışı 1997 yılından itibaren negatif yönde gelişmiş, geri dönmeyen kredilerde ise büyük bir artış gerçekleşmiştir. Şirketlerin sabit sermaye yatırımları birkaç istisnai yıl dışında sürekli daralmıştır. Ekonominin gidişatındaki kötü durum kendisini istihdamdaki daralmayla da göstermiş ve dönem başında yüzde 2 olan işsizlik oranı kesintisiz bir şekilde artarak 2000 yılı itibariyle yüzde 4,5’e ulaşmıştır. Nikkei endeksi 1991 yılından itibaren düşüşe geçerek dönem sonunda 15 bin puanın altına inmiştir.

 
On 11 Aralık 2009 12:02 , yunus eşgi dedi ki...

Ekonomik canlanmayı gerçekleştirme umuduyla, bütçe açığı ve borçlanma gibi maliye politikalarının yanı sıra, gevşek bir para politikası uygulanmıştır. Ekonomik canlanmayı gerçekleştirme umuduyla, bütçe açığı ve borçlanma gibi maliye politikalarının yanı sıra, gevşek bir para politikası uygulanmıştır. 1993 yılında yüzde 3 seviyesinde olan M1 para arzındaki artış hızı, 1994 yılından itibaren yükselerek, 1996 yılında yüzde 13’e çıkmıştır. Sonraki yıllarda dalgalı bir seyir izlemekle birlikte M1’deki artış yüzde 8’in üzerinde kalmıştır. Para politikasındaki en önemli değişim resmi iskonto faiz oranında gerçekleşmiştir. 1990 yılında yüzde 6 olan sözkonusu oran sonraki yıllarda düşürülerek, 1995 yılından itibaren yüzde 1’in altında tutulmuştur.

Bütün genişletici politikalara rağmen, 1994 yılından itibaren oluşan deflasyon baskısı tam anlamıyla kırılamamıştır. 1997 yılındaki yüzde 2 fiyat artışı bir kenarda tutulursa diğer yıllarda fiyat artışı yüzde 0,5’in altında kalmış, 1995 yılı ile 1999 ve 2000 yıllarında fiyat düşüşü yaşanmıştır.

Japon firmaların yurtdışı yatırımları dönem boyunca artmaya devam etmiştir. 1997 yılı itibariyle firmaların yurtdışındaki toplam üretimi, Japonya’nın toplam sanayi üretiminin yüzde 13’üne, kendi üretimlerinin ise yüzde 31’ine ulaşmıştır.
Japonya dönem boyunca yüksek miktarlarda dış ticaret fazlası vermiş ve 1996 ve1997 yılları dışında bu fazlalar 100 milyar dolarlar seviyesinde seyretmiştir. Japonya dönem boyunca yüksek miktarlarda dış ticaret fazlası vermiş ve 1996 ve1997 yılları dışında bu fazlalar 100 milyar dolarlar seviyesinde seyretmiştir. Özellikle fazlaların yükseldiği dönemlerin ertesinde Yen büyük değer kazanmıştır. 1995 yılında dolar karşısında 94 seviyesine kadar yükselen Yen, tarihinin en yüksek değerine ulaşmıştır. 1994 yılı dolar bazında 121 milyar dolar ile en yüksek dış ticaret fazlasının verildiği yıl olmuştur. Yen dolar karşısında 1998 yılında 131’e kadar düştükten sonra 2000 yılını 110’dan kapatmıştır.

İhracatta Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin payında düşüşler yaşanırken, AB’ye olan ihracat payı yükseliş eğiliminde olmuştur. Yüzde 30’luk ihracat payı ile ABD ilk sırada yer almaya devam etmiştir. Makine ve araç gereç ihracatı yüzde 73’lük pay ile istikrarlı bir seyir izlemektedir. Demir çelik ihracatı sürekli bir düşüş trendinde olmuş ve payı yüzde 5’lere kadar gerilemiştir. Kimyasal ürünler ihracat payı ise 1970’li yıllardaki gerilemesini sona erdirerek yüzde 7’lere yükselmiştir.

Yüzde 13’lerde bir paya sahip olan AB ile yüzde 23’lerde bir paya sahip olan ABD’nin ithalat payları istikrarlı bir seyir izlerken, Asya ülkelerinden yapılan ithalatın payında belirgin artışlar yaşanmıştır. Bu artışta özellikle Japon firmalarının Asya ülkelerinde ürettikleri malları tekrar Japonya’ya ithal etmelerinin etkisi büyük olmuştur. Bu süreç ithalatın mal yapısına da yansımış, makine-teçhizat ürünleri başta olmak üzere mamul malların ithalat payında büyük sıçrama yaşanmıştır. Mamul mal ithalatı toplam ithalatın yüzde 60’ına tekabül etmektedir. Mineral yakıtların ithalat payı ise büyük bir düşüş gerçekleştirerek, yüzde 16’ya gerilemiştir.

 
On 11 Aralık 2009 12:03 , yunus eşgi dedi ki...

III.5.Geleceğe İlişkin Beklentiler ya da İkinci Kayıp On Yıla Doğru: 2001-
Ekonominin mevcut durumu geleceğe ilişkin karamsar bir tablo çizilmesi için her türlü işareti vermektedir. Kayıp on yılın sonlarına doğru açıklanan ekonomik paketlerin adları “yeniden doğuş” gibi çok iddialı ifadelerle süslenmesine rağmen, Japon ekonomisinin 21. yüzyılın ilk on yılında gerçekten yeniden doğarak toparlanıp toparlanamayacağı hala soru işaretleri taşımaktadır. Hatta, ekonominin mevcut durumu geleceğe ilişkin karamsar bir tablo çizilmesi için her türlü işareti vermektedir. İşsizlik oranının yüzde 5,5’e ulaşması, ekonominin küçülmeye devam etmesi, tüketici fiyatlarındaki düşüş, borç stokunun dramatik düzeyi, batık kredilerin ulaştığı seviye kötümser olmak için yeterli kanıtlar sunmaktadır. Bu sorunların bir kısmı ekonomideki iyileşmeye paralel olarak düzelebilecek sorunlar olmakla birlikte, özellikle kamu borç sorunu ve batık kredilerin durumu olumsuz etkisini uzun yıllara sirayet ettirecek türdendir.
Japon hükümeti bankalara sermaye aktararak ya da onları tamamen kamu mülkiyetine alarak iflasların önüne geçmeye çalışmaktadır. Japonya’da mevduat başta olmak üzere bankacılık kesiminin toplam sorumluluğu (pasif toplamı) GSYİH’nın yüzde 100’üne ulaşmıştır. Özel kesimin yatırımları tamamen bankalardan alacakları kredilere bağlı bulunmaktadır. Banka iflaslarında görüldüğü gibi bankacılık kesimindeki bozukluklar ekonomide onarılması güç zararlar açmaktadır. Büyük bankaların iflas etmeleri zincirleme şirket iflaslarına yol açacağı için ekonomik krizi daha da derinleştirecektir. Bu nedenle Japon hükümeti bankalara sermaye aktararak ya da onları tamamen kamu mülkiyetine alarak iflasların önüne geçmeye çalışmaktadır.

1998 yılında bankaların şüpheli alacaklarının (Non-Performing Loans, NPLs) temizlenmesi amacıyla 60 trilyon Yen (500 milyar dolar) tutarındaki kamu fonunun aşamalı olarak bankalara enjekte edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu tutarın yeterli olup olmayacağı ise tartışmalıdır. Çünkü, bankaların toplam şüpheli alacaklarının açıklanan rakamlardan çok daha yüksek olduğu belirtilmektedir. 2001 yılının ikinci yarısına kadar uygulanan muhasebe sistemi şeffaflıktan uzak olduğu için hesapları doğru bir şekilde yansıtmamaktadır. Şüpheli alacaklar toplamının 1998 yılında 29,7 trilyon Yen (GSYİH’nın yaklaşık yüzde 6’sı) olduğu açıklanmıştır. Bankaların kendi değerlendirmelerine göre bu tutarın en iyimser tahminle 80 trilyon Yen’i bulduğu belirtilmektedir. Japonya’nın mali kuruluşları piyasadaki itibarlarını korumak için geri dönüşü imkansız hale gelmiş çözümsüz kredilerini bilançolarına yansıtmama konusunda büyük bir ustalık kazanmış durumdadır.

 
On 11 Aralık 2009 12:03 , yunus eşgi dedi ki...

Kamu kaynaklarının bankacılık kesimine aktarılması, bankacılık kesiminin sorunlarının çözümü için gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Kamu kaynaklarının bankacılık kesimine aktarılması, bankacılık kesiminin sorunlarının çözümü için gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Zira, bankaları kendi sorunlarıyla baş başa bırakmak tüm ekonomiyi sarsacaktır. Zaten bankalar özel kesime açtıkları kredileri azaltmış durumdadır. Kredi alamayan şirketler işlerini yürütememekte, mevcut kredilerini de ödeyememe riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Fon aktarımı çözüm için yeterli değildir, çünkü ilave tedbirler alınmadan bu durum sürdürülebilir olmaktan uzaktır. En azından kamu kaynaklarının bir sınırı vardır. Kamu borçlarının düzeyi uluslararası ekonomi çevrelerince kaygıyla izlenmektedir. Gerçi mali derinlik sayesinde Japonya borçlanma sorunu yaşamamaktadır. Ayrıca, borçların tamamı Yen bazındadır ve faiz oranlarının çok düşük olması nedeniyle maliyeti azdır. Ancak, bütün bunlar kamunun borç yükünün azaltılması gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
2001 yılında Junichiro Koizumi hükümetinin işbaşına gelmesinden sonra açıklanan geniş kapsamlı reform paketi geleceğe yönelik iyimser beklentilerin oluşmasını sağlamıştır. 2001 yılında Junichiro Koizumi hükümetinin işbaşına gelmesinden sonra açıklanan geniş kapsamlı reform paketi geleceğe yönelik iyimser beklentilerin oluşmasını sağlamıştır. Ekonomik verilerde bir iyileşme görülmemesine rağmen beklentilerin olumlu olmasının nedeni, ilk defa yüzeysellikten uzak geniş kapsamlı bir programın açıklanmış olması ve bu programın uygulanacağına yönelik kararlı tutumdur. Program daha önceki programların da amacı olan bankacılık kesiminin şüpheli alacak sorununun tamamen çözülmesini içerdiği gibi, yedi alanda belirlenen yapısal reformları içermektedir. Posta hizmetleri, sağlık, eğitim başta olmak üzere kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini amaçlayan “özelleştirme programı”; mevduata dayalı tasarruf mantığının değiştirilerek, menkul kıymet yatırımlarını ve iş kurmayı teşvik eden bir vergi sistemi değişikliğine yönelik “iş destek programı”; kişilerin sosyal güvenlik durumlarının kolayca ve güvenilir bir şekilde takip edilmesini sağlayan sosyal güvenlik numarası ve kişisel sosyal güvenlik hesabı ihdasını ve kuşaklar arasındaki sosyal güvenlik yükünü adil bir şekilde dağıtmayı amaçlayan “sosyal güvenliği güçlendirme programı”; bilgi birikimini hızla artırmaya yönelik “IT ve fikri hakları geliştirme programı”; yaş ve cinsiyet arasındaki ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik “yaşam biçimini değiştirme programı”; yerel yönetimlerin mali ve yönetimsel olarak güçlendirilmesini amaçlayan “yerel yönetimlerin bağımsızlıklarını artırma programı”; kamu hizmetlerinin daha etkin yürütülmesini sağlayacak “mali reform programı” yapısal reform alanları olarak belirlenmiştir. Bu iddialı programın başarılı olup olmayacağı atılacak kararlı adımlara bağlı olduğundan, nasıl bir sonuç alınacağını kestirmek geçen süre itibariyle mümkün değildir.

 
On 11 Aralık 2009 12:04 , yunus eşgi dedi ki...

IV.SONUÇ
Savaş yıkıntıları arasından güçlü bir ekonomi yaratmayı başaran Japonya bütün dünyanın örnek alabileceği bir performans sergilemiştir. İleri derecede kaynak kısıntısına rağmen böyle bir başarıya ulaşılmış olması “mucize” (The Japanese Miracle) olarak ifade edilmiştir. Mucize kelimesinin ekonominin bilimsel gerçeklikleriyle bağdaşmadığı açık olmakla birlikte, son on yılı aşkın bir süredir devam eden ekonomik sorunların çözümsüzlüğü göz önüne alındığında, Japon ekonomisinin kurtuluşunun neredeyse başka bir mucizeye bağlı olduğu sonucu çıkmaktadır.
Savaş sonrası ekonominin hızla toparlanarak yüksek büyüme sürecine girmesini sağlayan başlıca faktörler şunlar olmuştur:

1- Kore savaşının da etkisiyle Japonya’nın artan stratejik önemi büyüme için olumlu bir uluslararası konjonktür yaratmıştır.

2- Savunma harcamalarına getirilen sınır, bütçenin ekonomik amaçlar doğrultusunda kullanılmasını sağlamıştır.

3- Çağdaş bir siyasi ve sosyal yapı oluşturulması ekonominin de çağdaş bir yapıya kavuşturulması için uygun bir ortam sağlamıştır.

4-Tarım reformu ve büyük aile şirketlerinin tasfiyesi savaşla beslenen ekonomiyi sona erdirerek liberal bir ekonomik düzen yaratmıştır.

5- Hükümetçe de desteklenen tasarruflar, Japon sanayiinin ihtiyaç duyduğu sermaye kaynaklarına ulaşmayı kolaylaştırmıştır.

6- Oluşturulan sağlam eğitim sistemi insan kalitesini yükseltmiştir.

7- Japon toplumuna özgü iş duyarlılığı ekonomik başarıda önemli rol oynamıştır.

8- Uygulanan hayat boyu istihdam sistemi çalışma barışını sağlayarak, çalışanların verimini artırmıştır.

9- Kıdem esasına dayalı terfi sistemi kuşaklar arasındaki bilgi aktarımını kolaylaştırmıştır.

10- Grup istişaresine dayanan karar alma mekanizması kararlardaki riski en aza indirmiştir.

11- Şirket yapılanması üretim miktarının ve kalitesinin artırılmasını sağlamıştır.

12- Ticaret şirketleri üretilen malların bütün dünya pazarına ulaştırılmasını kolaylaştırmıştır.

13- İş çevreleri, akademisyenler ve basının da görüşlerinin alınmasını sağlayan bir mekanizma çerçevesinde, günün koşullarına uygun olarak kararlaştırılan başarılı sanayi politikaları ekonomik büyümede en önemli faktör olmuştur.

Savaş sonrasının ilk on yılında Japonya ekonomisi eski üretim kapasitesine kavuşmuş ve 1970’li yıllardaki petrol krizlerine kadar yüksek büyüme oranları gerçekleştirmiştir. 1990’lı yıllara kadar olan süreçte ekonomi yavaş büyümüş ve bir olgunlaşma dönemi yaşanmıştır. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren başlayan yapay büyüme, ekonomide balon etkisi yapmış ve bu balonun patlamasıyla günümüze kadar devam eden kayıp yıllar başlamıştır.

Günümüzde 126 milyon nüfusu ve 4 trilyon doların üzerindeki geliri ile dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Japonya, ekonomik sorunlarını aşma mücadelesi vermektedir. Bir zamanların örnek ülkesinin bu zorlukların üstesinden gelip gelemeyeceğini zaman gösterecektit. Ancak, eldeki veriler olumsuzluğu yansıtmaktadır. Ekonomi durgunluktan bir türlü kurtulamamakta hatta zaman zaman resesyon baş göstermekte, bütçe açıkları ve kamu borçları sorunu artarak devam etmektedir. Nüfus hızla yaşlanmakta, yoğun olarak dışarıya sermaye kaçışı yaşanmakta, halkın geleceğe ilişkin beklentileri sürekli kötüye gitmektedir. Japonya’nın içinde bulunduğu durum, başta bölge ülkeleri olmak üzere bütün dünya tarafından yakından izlenmektedir.

 
On 11 Aralık 2009 12:04 , yunus eşgi dedi ki...

KAYNAKLAR:

1. Goode, J., Postwar Japanese Economic Development, General Orientation, OSIC, Osaka, 2001
2. Japan Almanac 2001, Asahi Shimbun, Tokyo, 2001
3. Japan As It Is, Gakken Co. Ltd., Tokyo, 1997
4. Japan 2001 An International Comparison, Keizai Koho Center, Tokyo, 2001
5. Nippon 2001 Business Facts and Figures, JETRO, Tokyo, 2001
6. Nishijima, S., Japanese Industrial Policy, Kobe University, Kobe, 2001
7. Nishijima, S., Japanese Economy at a Cross Road, Kobe University, Kobe, 2001
8. Murakami, A., Economic Development and Small-Scale Indusries, Kokusai Kyoryoku Kenkyu Vol. 8, No. 1, 1992
9. Odano, S., The Japanese Economic Development and Business Sector Activities, General Orientation, OSIC, Osaka, 2001
10. Statistical Handbook of Japan 2000, Statistics Bureau, Tokyo, 2000

Tanikawa, H., The Japanese Economy, General Orient

 
On 11 Aralık 2009 12:12 , yunus eşgi dedi ki...

GÖRDÜĞÜMÜZ ÜZERE 2. DÜNYA SAVAŞININ YIKINTILARI İÇİNDE OLAN BİR ÜLKE YAPMIŞ OLDUĞU YERİNDE UYGULAMALAR MİLLETİN VERMİŞ OLDUĞU FEDAKARLIK VE ÖZVERİ AYRICA MÜTHİŞ ÇALIŞKANLIKLARI UYGULAMIŞ OLDUĞU DOĞRU VE DÜZENLİ SAĞLAM HAREKETLER SONUCU KÜLLERİNDEN DOĞAN JAPONYA BİZİM GİBİ SAVAŞA GİRMEMİŞ AMA SAVAŞA GİRMİŞCESİNE ETKİLENEN ÜLKELERE ÖRNEK OLMALIDIR ÜLKEMİZDE JAPONYANIN UYGULAMIŞ OLDUĞU TEKNİKLERİ VE POLİTİKALARI STRATEJİK UYDULAMALARI YAPMAK HER NE KADAR ZOR GÖRÜNSEDE YAPILMAYACAK DEĞİL ÇÜNKÜ ÜLKEMİZİN MUAZZAM BİR GENÇ NÜFUSU JEOPOLİTİK ÜSTÜNLÜĞÜ EL DEĞMEMİŞ DOĞAL KAYNAKLARI İŞLETİLMESİ İÇİN ZAMAN BEKLİYOR JAPONYAYI ÖRNEK ALIP BUNLARI UYGULAMAK ZOR OLMASA GEREK...

 
On 12 Aralık 2009 02:03 , Arslan Hakgıyev dedi ki...

^ikinci Dünya Savaşı bittiğinde Japonya,neredeyse bütün fabrikaları hava saldırılarında yanmış yada yıkılmış,çok yüksek enflasyonla yüz yüze kalmış,gıda sıkıntısı çekilen,işgal dönemi idaresince dış ticareti kısıtlanmış bir ülke durumundaydı.^(1).Ekonomi tam anlamıyla felce uğramıştı,karaborsacılık büyük boyutlara ulaşmıştı.Ülke deniz aşırı topraklarının tamamını kaybetmişti,öteki topraklardan gelen 6 milyon göçmenle ülke nüfusu 80 milyonu üzerine çıkmıştı.Askeri ikmalin durmasıyla iç talep durmuştu.Durum Japonya için çok korkunçtu fakat Japonya savaşta kendi canlarını gözü kırmadan feda edebilen kamıkaze pilotlarına sahip olduğu kadar ekonomilerini yeniden inşa etmeye kararlı idarecilere ve halka da sahipti.
Japonlar 1970’lerden itibaren kendi iç dinamikleriyle oluşturdukları “Japon mucizesi” ile sanayi hamlesi başlattılar ve “Keiretsu” adı verilen çok karmaşık bir holding sistemi ile elektronik, gemi sanayi, demir çelik, otomotiv, ve teknoloji sektörlerinde, kendi bankaları tarafından finanse edilen dünyaca ünlü şirketler kurdular. Mitsubishi, Sumitomo, Fuji, Hitachi, Isuzu, Mazda, Kobe Steel, Minolta, Sony, Nissan, Toyota, Sanyo, Nikon gibi dev markalar ihracat yaparak Japonya’yı dünyanın ikinci büyük ihracatçı ülkesi konumuna getirdiler. Tüm bu dev markaların yatırımlarını finanse eden Bank of Tokyo Mitsubishi, Sumitomo Bank, Fuji Bank, Sakura Bank gibi bankalar kredi vererek bu kredilerin geri dönüşümleriyle büyüyen bilançolarla dünyanın en büyük bankaları sıralamasına da en üst sıralara yükseldiler. Hatta belirli bir zaman sonra dünyaya artık mal ihracı ile beraber sermaye ihracı yapmaya başladılar. Japonya o kadar çok mal üretiyordu ki üretmeye doymuyordu. Bu durumu kendilerine örnek alan Asya ülkeleri (Malezya, G. Kore, Singapur, Tayvan gibi) aynı modelle büyüyerek Japonya’ya rakip oldular. Doğal olarak dünya piyasasındaki Japon mallarının aşırı arzı dolayısıyla artık Japon ekonomisi teklemeye başladı.

 
On 12 Aralık 2009 02:32 , Arslan Hakgıyev dedi ki...

İnanç sistemimizde yer alan, fakat hayatımıza aksetmeyen “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” Hadisi Şerifinin madde planındaki kısmi bir yansıması ile eşdeğer bir manayı taşıyan KAİZEN kelimesi, Japonya’da günlük hayatın bir parçası olmuş. Kaizen hareketi, yöneticilerin dikkatinin en az %50’sinin KAİZEN üzerinde yoğunlaşması gerektiğini ifade etmektedir. Yöneticinin performans kriteri; kaizene ayırdığı zamanla, rutin işleri yapmaya ayırdığı zaman kıyaslanarak belirlenmektedir. Ustabaşıların başarısı ise, işçilerden gelen iyileştirme önerileri sayısına göre ölçülmektedir.

Matsushita’nın da çok güzel özetlediği gibi, Taylorizm; “…Yöneticilerin bir tarafta, çalışanların diğer bir tarafta; bir başka anlatımla iyi yönetim, bir tarafta düşünen adamlar, diğer tarafta da yalnızca iş görebilen adamlar manasına gelmektedir.”

Taylor modeli; insanın motivasyonunu tamamen havuç ve sopa ile irtibatlandıran, tek sahada uzmanlaşmaya önem veren, sadece kârlılığı hedefleyen, insanları makinadan sorumlu makinalar gibi değerlendiren, yönetimi beyin, işgörenleri el-ayak gibi gören bir anlayışa sahiptir. Kaizen kavramında ise; insana önem veren, insanı ön plana çıkaran, kâr üstü hedefleri olan, hakiki motivasyonun havuç ve sopa ile gerçekleştirilemeyeceğini savunan, insanları birbiri ile yarıştırmayarak ekip ruhunu sağlayan, hayat boyu istihdamı hedefleyen, aynı işte uzmanlaşma yerine, rotasyon yoluyla iş zenginleştirmeyi plana alarak işyerinde uzmanlaşmaya imkan tanıyan bir sistemdir.

 
On 12 Aralık 2009 02:34 , Arslan Hakgıyev dedi ki...

Kazien yaklaşımında PUKÖ döngüsü temel alınarak standartlara uygulama yapılmaktadır. Bu döngü: “planla, uygula, kontrol et ve önlem al” gibi işlevlerden meydana gelmektedir. Bu döngünün iyileştirmede kullanılabilmesi içinse standartlara istikrar kazandırılması gerekmektedir. Söz konusu istikrar da SUKÖ: “standartlaştır, uygula, kontrol et, önlem al” ile sağlanabilir. bu dongu tam uygulanabilir bir dongudur ulke capinda eger uygulanirsa gercekten yararli olur

 
On 12 Aralık 2009 02:49 , Arslan Hakgıyev dedi ki...

Kazien uygulamasi gercekten tum uygulanmali prosedurler tami tamina uygulanirsa sonuclar basarili olcagi kacinilmazdir.
Sevmek: Sevmediğiniz alışkanlıklarınızı seveceğiniz alışkanlıklarla değiştirmeyi deneyebilir, ya da sevmediğin fakat size yararlı olacağını düşündüğünüz şeyleri denemeye, ya da sevmeye çalışabilirsiniz.
Plan Yapmak: Eğer bugüne kadar yapmadıysanız, küçük çaplı plan yaparak zamanınızı daha etkin kullanmaya başlayabilirsiniz.
Öğrenmek: Özellikle ilgi alanınızda yeni şeyler öğrenerek sürdürülebilir sürekli kişisel gelişimi uygulayabilirsiniz.